Ceza Hukuku

Ötanaziye Ceza Hukuku Açısından Bir Bakış

Tıbbi teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hızla yaşandığı günümüzde insan ömrü uzamış ancak bu uzama yaşlılıkla ilgili oldukça önemli tıbbi, sosyal ve ekonomik sorunları beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte stresli yaşam tarzının, biyolojik ve kimyasal dış faktörlerin de etkisiyle kronik hastalıkların ve kanserlerin görülme sıklığı da artmıştır. Tüm bu faktörlerin etkisiyle yatağa bağımlı ve kendi başına yaşamını sürdüremeyecek derecede yaşlı veya bakıma muhtaç kişilerin ya da tedavisi mümkün olmayan, dayanılmaz derecede acı ve ıstırap veren hastalıklara yakalanan kişilerin de sayısı artmıştır. Bu aşamada, aslında insanlık tarihinin her döneminde tartışılmış ve kitaplara, filmlere konu olmuş olan ötanazi, kurtarıcı bir meleğin kanatlarını takarak yeniden karşımıza çıkmıştır.

Ötanazi Kavramı

Ötanazi kelimesi köken bilimsel olarak eski Yunan’dan gelmektedir; ‘eu-iyi, güzel’ ve ‘thanatosis-ölüm’ kelimelerinden oluşmakta ve ‘iyi ölüm’ anlamına gelmektedir.

Ötanazi, ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp biliminin imkânları ile iyileştirilmesi mümkün olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi halidir. Aynı nitelikte ancak daha çok tıbbi bir tanıma göre ötanazi, hastaların tolere edilemeyen ıstıraplarını sona erdirmek amacıyla öldürücü bir ilacın medikal yoldan uygulanmasıdır. Bazı tanımlarda ise ötanazi acıma/merhamet yüzünden adam öldürme (mercy killing) veya birisini dayanılmaz ıstıraplardan kurtarmak için öldürme şeklinde tanımlanmıştır.

Ötanazi Türleri

İradeye Bağlı Olup Olmaması Bakımından

İradeye Bağlı Ötanazi: Bilinci yerinde olan, fiil ehliyeti tam bir hastanın isteği doğrultusunda yaşamının sonlandırılmasıdır. Burada iradeden kastedilen temyiz kudretine sahip olmaktır. Kişinin akli dengesi tamamen yerinde olmalı, ötanaziyi hiçbir baskı ve etki altında olmadan hür iradesi ile istemelidir.

İrade Dışı Ötanazi: Hastanın rızasının alınamadığı durumlarda kanuni temsilcisinin, yakınlarının veya bunlar bulunamadığında varsayılan rızasına dayalı olarak gerçekleştirilen ötanazi türüdür. Bu ötanazi türü hastanın ötanazi hakkındaki fikrinin kendisi tarafından ifade edilemediği, bilincinin kapalı olduğu, koma ve bitkisel hayat gibi durumlarda uygulanmaktadır.

Aktif-Pasif Ötanazi Bakımından

Aktif Ötanazi: Ölümü sağlayan tıbbi yöntemlerin doğrudan kullanılmasıdır. Başka bir ifade ile doktorun derin bir sedasyonu takiben ani ve ağrısız ölüm yapacak nitelikteki ölümcül doz ilacı uygulayarak hastanın hayatına son vermesidir. Aktif ötanazide hasta hekimin aktif eylemi sonucu ölür. Hekim hastanın yaşamını sonlandıracak uygulamayı bizzat gerçekleştirir, yani etkin bir rol üstlenir. Aktif ötanazide hareketin niteliği de önemlidir. Bu hareket silahla ateş etmek veya bıçaklamak değil, hekimlik uygulamaları sırasında gerçekleştirilebilecek bir hareket olmalıdır.

Pasif Ötanazi: Doğrudan olmayan, eylemsizlik ile gerçekleştirilen ötanazi olup, hastanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan yaşam desteğinin çekilmesi veya verilmemesi halidir. Hayati fonksiyonları tıbbi yöntemlerle sürdürülen bir kimseye uygulanan tedavinin kesilmesi, gastrostomi tüpünün çekilmesi, hastanın ömrünü nispeten uzatacak tedaviye başlanmaması veya başlandıktan sonra durdurulması vb. gibi durumlar pasif ötanaziye örnek olarak verilebilmektedir.

Ötanazinin Şartları

Ötanazinin koşulları, bir hastaya ötanazi uygulanması durumunu doğuran nedenleri ve uygulamaya dair yasal prensipleri kapsamaktadır. Doktrinde ötanazinin koşulları şu şekilde sınıflandırılmaktadır;

  • Ötanaziden bahsedebilmek için öncelikle -ötanazi öznesi olarak- bir hastanın bulunması gerekir.
  • Söz konusu hastalığın tedavi edilemez olması gerekir. Bu noktada, çağdaş tıbbın en üst düzey uygulamalarına rağmen hastalığın tedavisinin mümkün olmaması gerekmektedir.
  • Hastalık ıstırap verici düzeyde olmalıdır.
  • Yaşamı sonlandırma işlemi üçüncü bir şahıs tarafından gerçekleştirilmelidir. Burada üçüncü kişi olarak kastedilen kişi doktordur.
  • Yaşamı sonlandırma işleminin acısız bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekir. Talep edilen ölüm ve buna yönelik uygulama hastanın çektiği acı ve ağrıdan daha ağır olmamalıdır.
  • Hastanın ötanaziye onay vermesi gerekmektedir. Hastanın onayının alınmasının mümkün olmadığı hallerde kanuni temsilcisi veya yakınları onay vermelidir.

Kişilik Hakkı ve İnsan Hakları Açısından Ötanazi

1982 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetlerin niteliğini düzenleyen 12. maddesinde; “herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklara sahip olduğu” ifade edilmektedir ve kişilik hakkı, kişisel değerlerin bütünü üzerinde geçerli bir haktır. Temel hak, özgürlükler ile yaşama hakkının dokunulmaz olduğu kabul edilmektedir. Bazı temel istisnalar dışında bu hak mutlaktır.

Hastanın katlanamayacağı bir sağlık probleminin olduğu hallerde isteyeceği aktif ötanazi veya tedavinin durdurulması isteği (pasif ötanazi) “Hastalığı Çekmeme Hakkı” anlamında hukuka uygun görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesine göre; kişiye eziyet çekmeme hakkı ve ıstıraptan kaçınma hakkı tanınmaktadır. Kişinin üstün yararı bağlamında, yaşam kalitesinin önemli ölçüde kaybolduğu, insanlık dışı, insanlık onuru ile bağdaşmaz bir hal aldığı durumlarda, tıbbi müdahaleye başlamama veya durdurmanın (çoğu zaman yaşam desteğinin çekilmesi) uygun olacağı ifade edilmektedir. Tıbbi tedaviye başlamama veya tedaviyi durdurma durumu çoğu yerde insan hakkı olarak görülüp hukuka uygun kabul edilirken aynı durum aktif bir fiil ile kişinin hayatına son verme açısından söz konusu olmaz.

Ötanazi ve Ceza Hukuku

Ötanazi, tıbbi uygulama ve etik, din, sosyoloji ve felsefe gibi çeşitli disiplinler tarafından tartışılmış olup, başta ceza hukuku olmak üzere hukuk bilimi açısından da gerekliliği, uygulaması ve sonuçları bakımından üzerinde durulması gereken bir konudur.

Günümüzde insana verilen değerin artmasıyla ötanazi kavramına farklı yaklaşılmaktadır. Bugün tedavisi mümkün olmayan, acı çeken hastaların ötanazi taleplerini, birey merkezli yaklaşımın gelişimiyle güçlenen kişi özerkliği çerçevesinde değerlendirenler, sınırları iyi belirlenmiş kurallar çerçevesinde istemli ötanazinin suç olmaktan çıkarılması gerektiğini savunmaktadırlar.

Ötanazinin suç olmaktan çıkarılması gerektiğini savunana yazarlar, pasif ötanazi ile aktif ötanazi konusunda farklı görüş ve gerekçeler ortaya koymaktadırlar. Pasif ötanazi de daha çok kendi geleceğini belirleme ve tedaviyi reddetme hakkı bağlamında değerlendirilmekte ve cezalandırılmaması gerektiği belirtilmektedir. Aktif ötanazi daha az kabul görmesi yanı sıra cezalandırılmaması gerektiği görüşü de yaygın değildir.

Ceza hukukunda aktif ötanazi ve pasif ötanazinin meşruluğu konusundaki fikirler farklılık arz etmektedir. Özellikle uluslararası metinler çerçevesinde bakıldığında pasif ötanazi aktif ötanaziye göre kabul edilebilir görünmektedir.

Ötanazinin meşruluğunu savunan görüşlerin dayanak aldığı ilk argüman kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı çerçevesinde kendi yaşamını ne zaman sona erdirebileceğini de belirlemesinin mümkün olduğudur. Buna göre yaşama hakkı kapsamında kişinin yaşamına son verebilmesi hakkı da bulunmaktadır. Bu itibarla şifası mümkün olmayan bir hastalık sebebiyle acı ve ıstırap duyan bir kimsenin yaşamını sonlandırabilmesi mümkün olmalıdır ve hukuk sistemleri ne hastaya ne de ötanaziyi tatbik edene bir yaptırım uygulamalıdır.

Ötanazinin cezalandırılmaması gerektiği manevi unsur bakımından da savunulmuştur. Faildeki kastın mağdura acı ve ıstırap çektirmek, ona zarar vermek olmadığı, aksine onun ıstıraplarına tatlı bir şekilde son vermek olduğu belirtilmiştir. Ancak bu son argümanın kabul edilmesi zordur. Çünkü insan öldürme suçunda failin kastı kişiyi öldürmektir. Acı ıstırap çekip çekmediği önemli değildir.

Ülkemizde Ötanazi ve Ceza Hukuku

Türk Ceza Hukuku’nda aktif ötanazi hiçbir şekilde meşru görülmemekte ve bu uygulamanın kasten öldürme suçuna vücut vereceğinden şüphe bulunmamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi”nin 5.maddesine göre; “sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir.” Bu kapsamda tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmış kimsenin rızası olmaması halinde kişiye tedavi uygulanması söz konusu olamayacaktır.

1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 70.maddesi ile tabip, diş tabibi ve dişçilere uygulayacakları işlemler için bu işlemlerin öncesinde; hastanın, hasta küçük ya da kısıtlı ise veli veya vasisinin muvafakatini alma yükümü yüklemiş ve büyük cerrahi uygulamaları için bu muvafakatin yazılı olması gerektiğini düzenlemiştir. Ancak hemen devamında yükümün istisnasını “Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.” olarak belirtmiştir. Söz konusu hükümde (istisnalar hariç) bu yükümlülüğe uymayanlar için idari para cezası öngörülmüştür.

Bu düzenlemeye paralel bir hüküm Hasta Hakları Yönetmeliği m.24/1’de yer almaktadır. Buna göre; “Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.”.

Öte yandan; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ve Hasta Hakları Yönetmeliğinin anılan maddelerinin mefhumu muhalifi ile Hasta Hakları Yönetmeliğinin 25 inci maddesinden hastanın tedaviyi reddetme ve durdurma hakkı olduğu anlaşılmaktadır. Hasta Hakları Yönetmeliği madde 25/1’e göre; -kanunen zorunlu olan haller dışında- doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere, hastaya, kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkı tanınmıştır (c.1).

Bu durumda tedavinin uygulanmamasından doğacak sonuçların hastaya veya hastanın kanuni temsilcilerine veya hastanın yakınlarına anlatılması ve bu aydınlatmanın yapıldığını gösteren yazılı belge alınması gerekmektedir (c.2). Bu düzenlemeler çerçevesinde; pasif ötanazinin, ülkemizde uygulanması önünde bir hukuki engel kalmadığı düşünülmektedir.

Aktif ötanazinin uygulanıp uygulanamayacağı konusuna gelecek olursak;  öncelikle belirtmek gerekir ki hukuk sistemimizde; iyileşmesi tıbben mümkün olmayan ve dayanılmaz acılar çeken, kendi yaşamı ve ölümü hakkında sağlıklı karar verebilecek durumda olan bir hastanın, ısrarlı ve açık talebi üzerine sağlık personeli tarafından acılarını dindirmek suretiyle hastaya yardım etme amacıyla hekimlik faaliyetleri sırasında gerçekleştirilen yaşamın sonlandırılması eyleminin ötanazi kavramı olarak değerlendirildiğini belirterek açıkça yasaklayan Anayasa, kanun, tüzük ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmü mevcut değildir. Ancak Hasta Hakları Yönetmeliği 13. maddesi ile ötanaziye ilişkin bir düzenleme getirmiştir. Bu hüküm; tıbbi gerekler de dâhil her ne suretle olursa olsun, hayat hakkından vazgeçilemeyeceğini ve kişinin ya da başkasının talebi halinde bile kimsenin hayatına son verilemeyeceğini belirterek ötanaziyi yasaklamıştır.

SONUÇ

Aktif ötanazi hukukumuzda kabul edilmeli midir, sorusuna cevap vermek bir hayli zordur. Gerek toplumun bunu hazmetmesi, uygulanması, hukuki alt yapısı ve hukuk, toplum gelenekleri göz önüne alınmadan düzenlenemeyeceği için toplum içinde hâkim olan din ve toplumun yaşayış biçimi, aktif ötanazinin uygulanması konusunda var olan çekinceler arasındadır.

Her toplumda bir kişinin bir fiili ile bir başkasının yaşamına son verilmesi cinayet olarak değerlendirilmekte ve bu fiil cezalandırılmaktadır. Aktif ötanazide de her ne kadar kişinin rızası olsa dahi icrai bir fiil ile yaşama son verildiği için aktif ötanaziye de cinayet olarak bakılması normaldir. Özellikle bu konularda, yani insan yaşamı konusunda liberal değil de paternal yani babacan bir politika takınan devletlerin aktif ötanaziyi kabul etmesi beklenemez. Türk devlet yapısının da paternalist yapıda olduğu düşünülünce aktif ötanazinin ülkemizde uygulanması mümkün görünmemektedir.

Diğer bir nokta da yukarıda değinilen yönetmelik hükmü ile aktif ötanazinin yasaklanıp yasaklanamayacağıdır. Burada üzerinde durulması gereken husus, normlar hiyerarşisinde yönetmelik üstünde olan normlarda buna dair hüküm yokken yönetmelik ile bu durumun düzenlenip düzenlenemeyeceğidir. Daha önce de belirtildiği gibi Anayasa ve uluslararası metinler kişinin yaşam hakkını koruma altına alır. Yaşama hakkı icrai olarak yaşama fiilini barındırır. Tartışılması gereken husus acaba yaşama hakkı, yaşamama hakkını da barındırır mı? Şayet yaşamama hakkı da kişinin sahip olduğu temel bir hak ve özgürlük ise böyle bir alanda yönetmelik ile düzenleme yapılamayacağıdır.

Bu hakkın bizzat kanunla düzenlenmesi gerektiğidir. Eğer kanunen yasaklama söz konusu değilse aktif ötanazi kabul edilebilecektir. Fakat Türk Ceza Hukukunda aktif ötanazinin önündeki en büyük ve net engel kasten insan öldürme suçudur. Bilindiği üzere bu suç için ilgilinin rızası bir hukuka uygunluk sebebi değildir. Çünkü ilgilinin rızası hukuka uygunluk sebebi, yalnızca kişinin üzerinde mutlak suretle tasarruf hakkına sahip olduğu haklar bakımından söz konusu olur. Kişi de kendi yaşamı üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahip olmadığı için aktif ötanazi konusunda rıza veremez.

Ancak kişi pasif ötanazi konusunda rıza söz sahibi iken, neden aktif ötanazi konusunda neden söz sahibi olamasın noktası tartışılan diğer noktadır. Ancak yukarıda belirttiğimiz aktif ötanazinin önündeki engeller(hukuki alt yapı, toplum yapısı ve yaşayış biçimi, din gibi etkenler) sebebiyle aktif ötanazinin uygulanması mümkün görünmemektedir.

 

Tüm dava ve dosyalarınız için Bizimle İletişime Geçiniz!

 

Av. Ahmet EKİN & Stj. Av. Muzaffer TAŞ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu